8 Şubat 2012 Çarşamba

"Bugüne kadar her öğretilen yalan!" diyor ve belgeleriyle bu kanıtlayabiliyorsanız; sizi de bekliyoruz. Farklı bilim gruplarında kariyerine devam eden akademisyen dostları bekliyoruz...

iletişim için: maillerinizi bırakın...

hakandemir21@hotmail.com

14 Ocak 2011 Cuma

Araftayım, Araftasın, Arafta!

   Sosyolojide toplumlar üç sınıfa ayrılır; tarım toplumu, sanayi toplumu ve bilişim toplumu. Sınıflar arası geçişler toplumun değer yargılarıyla küçük farklılıklar gösterse de artı eksi benzerdir. Gelgelelim ki bu sınıflar arası geçişler sancılı olabildiği gibi, direngenlikleri boyutunda toplumların iç huzurunu alaşağı edebilir.
   Sosyoloji penceresinden Türkiye ye bakacak olursak, bilimin kafası biraz karışabilir. Ülke nüfusunun %75 inden fazlasının kentte yaşamasına rağmen köylülük kültürünün inanılmayacak kadar yüksek olması kafa karıştıran bir durum sergiliyor. Şehirde yaşarken, köydeki hayatı yaşamakta ısrar edenlerin bir türlü entegre olamadığı yaşamın evlerinin içine girmesine sert direnme göstermelerine rağmen aslında evlerinin içinde bambaşka bir kültür mayalanmış durumdadır.
   Bir kuşak öncesine inat, yeni neslin bilişim toplumun uzantılarını; ebeveynlerine rağmen hane içine gizli saklı almış olması tam bir karmaşa yaratıyorken, tanımlama yapmaksa imkânsız bir hale geliyor.
   Anne ve baba hala köylülüğüne devam etmeye çabalarken, kentleşmemenin iyi olduğu empoze edilmiş ve teknolojik her yeniliğe açıkken sosyolojik varsayımları reddeden bir kültürsüzlük doğuyor. Arada kalmış bu nesil, psikolojik bir çöküş yaşarken; anne ve babalarından daha tehlikeli bir tür yaratıyor.
   Toplumsal tahammülsüzlük ve “öteki” ne nefretle başlayan bu yeni ve tehlikeli yapı, elden ele değişebilen bir kesici alet olabiliyor. Entegre olmayı asimile olmakla eşdeğer sayan bu kayıp nesil, aile ile toplum arasında sıkışmışlığının öfkesiyle kontrolsüz bir hale geliyor.
   Buna birde ait olduklarını varsaydıkları yerlerden “siz buraya ait değilsiniz” denen yerlere gitmeye mecbur edilmenin öfkesi; herkesten ve her şeyden nefret eden bir intikam dürtüsünü besliyor. Kayıp bir halka olan bu sınıfı görmezden gelen sosyal hayat, üç maymunu oynadıkça bu nesil kendi değer yargılarıyla kendi kurallarıyla kontrolsüz büyümeye devam ediyor.
   Bir entegrasyon politikası olmayan, deneme yanılma üzerine kurulu bir eğitim sistemi ile aslında sistemsiz olan bir devlet yapılanması ise bu bireyleri; polis devlet anlayışıyla potansiyel suçlu olarak gördüğü müddetçe de cepheler keskin bir hal alıyor.
   Şehir merkezlerinde uygulanan töre kurallarının hukuktan üstün olması, sanayileşmenin köleleşmekle eşdeğer hissedilmesi, iletişim araçlarının asimile eğlence aracı oldurtulduğu  başı bozuklukta kaybolmuşlarız.
   Çok kültürlülükten, çok kültürsüzlüğe koşar adım giden toplumsal yıkıma dur diyen aydınları vatan haini ilan eden yapıyla; tedaviyi reddeden huysuz hastanın çürüyen bedeni ve zihniyle; ürüyoruz hem de üçer üçer…  


13 Ocak 2011 Perşembe

evrimizm

Kimileri reddetse de, kimileri savunsa da evrimin inkâr edilmez bir realitesi var ki oda; her canlı doğanın eliminasyonuna karşı hayatta kalmak adına dönüşümler gerçekleştirirken bu özelliklerini gelecek nesillere de aktararak onların daha güçlü bireyler olmasını sağlamasıdır.
Ancak bu ülke topraklarında beni hayrete düşüren, hatta darwin yaşasaydı yasalarını tekrar gözden geçirmesine neden olacak “düşünsel anti evrimizm” yaşamaktadır. Nedir; düşünsel anti evrimizim?
Şöyle açıklayalım; 20.yy ın 21.yy a döndüğü ve bilimin inanılmaz devrimlere imza attığı bir zamanda; yeni nesillere gelişimi değil de gerilemeye dair bilgileri empoze eden ve gelişime direnenin hayatta kalma olasılığının yüksek olduğu bir farklı model.
Yeni nesiller hayatın değişen koşullarına adapte olmak yerine zamana kamufle ama içsel dönüşüme direnen dar kalıplı bireyler olarak yetiştiriliyor ve böylece hayatta kalma şansları artmış oluyor. Her türlü bilginin kıyısında ama bilgi yoksunu, modernliğe özenen ama muhafazakâr, “ötekine” kuralları koyan kendisi kuralları yok sayan, üç maymunu oynayanların birbirlerini takdir ettiği ve kralın çıplak olduğunun asla dile getirmeyenlerden oluşan sosyal bir sınıf yaratılmış durumda.
Doğanın tüm yasalarının geriye doğru işlediği ve de ne darwin evriminin ne de bilimin devrimlerinin etki edemediği korkutucu güçte bir kabuklular topluluğu gittikçe büyüyor. İnanılmaz ama gerçek olansa; farklı olanları kitlesel dışlama ve hatta infaz etme kültürüne yeni isimlerde bulunmuş; dindarlık, milliyetçilik, örf ve töre.
Hiç birinin terimsel anlamının dahi bilinmediği gün gibi ortadayken, yerleşik yanlışların doğrudur mantığıyla herkes bu değerlere göre kalibre ediliyor ya da gönüllü olarak ayarlarını bu düzene uyduruyorlar.
Dünya hızla dönüşüyor; yeni düzenler, yeni kutuplu siyasal eksenler, silahın patronlarının barbarlıklarının yerini bilgisayar yazılımlarının genç mimarlarının soft hayat yaklaşımlarında daha özgürlükçü bir dünya alırken; ülkemizde facebook da dünyayı geride bırakan ama değerleri geçmiş yüz yıllardan daha geri genç bedenlerde çürümüş beyinler yetişiyor.